Çok yaşa Yaşar Kemal Yazdır e-Posta
Kullanıcı Değerlendirmesi: / 3
ZayıfEn iyi 
Cumartesi, 26 Haziran 2010 14:24

Çok yaşa Yaşar Kemal

Kenan Mortan

Yaşar Kemal'in insana da bir mesajı vardı: “Beni okuyanlar karamsar olmasınlar. İyi ki dünyaya geldik, yaşadık, ışığı gördük. Ya gelmeseydik, ya bu güzellikleri görmeseydik” diye noktalanan cümleleriyle, alkışlar birbirine karıştı. Türkiye'nin yazarı, Paris'i fethetmişti

Ülke Mevsimleri yapmak bir Fransız âdeti. Birbirini anlamada bir kültürel çaba olarak on yıla yakın süredir bunu yapıyorlar. Sonuncusu Brezilya’ydı. Türkiye’deki Fransız Mevsimi sönük geçmişti, iki taraf politikacının birbirini anlamaması bu düşük tonda etkiliydi. Oysa, Fransa’da dokuz ay süreyle başta Paris, ona yakın Fransız kentinde süren 441 etkinliğin durumu çok farklı... 14 ayrı disipline yayılan etkinliklerle Fransa’nın bozulmuş bir ilişki sürecini onarmaya çalıştığı çok açık. Nitekim, 9 Ekim’deki MEDEF’deki açılışta Fransız Başbakanı François Fillon şu yumuşak ifadeleri yeğlemiş: “İyi dostlar birbirlerine dürüst davranmalılar. AB şimdi bir kimlik ve kurumsal krizden geçiyor. Bunu atlattığında, gelin insanlara geleceklerini belirleme hakkı verelim!”

Paris’te, Grand Palais’deki ‘Bizans’tan İstanbul’a Sergisi’ türünden Paris’te beş büyük sergi var. Hepsinde, gergef gibi örülen profesyonel çabayı görmek mümkün. Bu ana sergiye beklenen ziyaretçi sayısı 200 bin. Bu sayı, bu türden bir sergiye ‘iyi’ tanımlanmasını yaptırıyor. Bir de bu etkinliklerin ‘arka odası’ var. Paris’in hemen her yerine yayılan afişler, el broşürleri ‘öteki’ni anlamada önemli adımlar. Olumsuzluk, Türkiye’nin 21. yüzyılının anlatılmaması... Bizans Salonu bir dolu akıp gidiyor, Osmanlı Salonu daha bir zengin yer alıyor, sıra bu yüzyılın İstanbul’una gelince, sanatçı Kutlu Ataman’ın tüm duvarı kaplayan renk ve ses ışıltısı dışında hiçbir iz yok. Türkiye bir kez daha oryantalistlere teslim ediliyor. Kimse teslim almıyor bu kısırlığı. Bizim ‘göz bebeği’ olarak takdim ettiğimiz sergiye, Le Figaro’nun notu da tek yıldız. Çağına kimlikli bir ad verememe, genel bir sorumuz değil mi? Tek bilinmiyenli ve diğer tüm belirleyicilerine bağlı değişken olduğu büyük Türkiye denklemi bu...

Yaşar Kemal’in Paris şöleninde, yazardan önce dostları, ‘başaltı solistliği’ yaptılar, onu anlattılar. Bu yazar-çizerlerin ne dediklerini anlatmayacağım ama yazar C. Rondeau’nun şu saptamasına, daha önce hiç rastlamadığım için, o gece not almışım: “Yaşar Kemal, sayısı pek az olan soylu yazarlardandır: Dünyanın güzelliğiyle güneşin engin denizler üzerinde doğuşunu, bir kurda zil takmayı, bir balıkçıyla bir kedinin dostluğunu, insanları ve burnundan soluyanları aynı büyük yetenekle anlatmasını bilir. (...) Biraz da iftihar ederek bakar okurlarına... Onlar romanlarına sığınmış ve romanlarında, karanlıktan gelip karanlığa döneceklerini unutuvermişlerdir.”

 


‘Duygusallık değil, öfke gerekli’
Sonra Yaşar Kemal kürsüye geldi, dostlarını selamladı. Onun “dostlarım” dediği insanlar, 60’lı yıllardan beri halleştiği Fransız okurlarıydı. Yirmiye yakın eserini basan Gallimard Yayınevi’ne göre Fransa’da Türkiye’nin en fazla okunan yazarıydı. Yazar, uzun şiirini okumaya başladı: “Yoksulluğu söylemek, şayet yoksulluk varsa, kırgını söylemek, sömürücülüğü söylemek ve bunların üstüne sanat kurmak, şayet varsalar, sanatın büyüsünden hiçbir şey eksiltmez. Sanat eksilten değil, besleyen, katandır. Hayatın gerçekleri sanata dinamizm getirir. Sanatın büyüsüne, hayatın gerçeğinden gidilir, gizine varılır.” Sonra, 1965’de İTÜ’de verdiği bir konferansının can alıcı noktasını kırk dört yıl sonra bir kez daha tekrarladı: “Benimki burada bir çağrıdır. Bir insanca çağrıdır. Dünyadaki her varlığın iki büyük kaynağı olan büyük gerçeğe çağırdım. Sanatın da ölmez kaynağı olan halka ve doğaya çağırdım. Bireyin, toplumun kendi gerçeğine çağırdım.” Sonra güçlü soluğunu bir mesaja dönüştü: “Edebiyatçılar için duygusallık değil, öfke gerekli. Dünya edebiyatına bakarsak, insanın benliğini aşan bir öfkeyle, haykırışla karşılaşırız. Sanat eseri bir şiddettir. Giderek doğayı karşımıza alıyoruz. Onu düşman sayıyoruz. Aynı biçimde insanın yarattığı değerleri bozarak onu battal bırakıyoruz. Kendi çelişkilerimize, sınıf sömürümüze doğayı da ortak ediyoruz” diyen yazarın bu yalın kılıç ifadelerini duyan bir gazeteci ayağa kalkıp metni aranıyor. Sonradan öğreniyorum ki, Liberation gazetesi metnin tıpkı basımını yapmak istermiş.

Yaşar Kemal’in insana da bir mesajı vardı: “Beni okuyanlar karamsar olmasınlar. İyi ki dünyaya geldik, yaşadık, ışığı gördük. Ya gelmeseydik, ya bu güzellikleri görmeseydik” diye noktalanan cümleleriyle, alkışlar birbirine karıştı. Türkiye’nin yazarı, Paris’i fethetmişti... İlginçtir, bu fetihte TRT ya da Türkiye’den bir başka televizyon kanalı değil de, Almanya’nın ARD’sinin hazır bulunmasıydı. Böylesi evrensel duruşlarda ironi yaratmak ne de olsa biz Türkiye insanına has bir başka gerçek, bu yüzden kimsecikler aldırmadı buna...

Evrensel bir dokunun evrensel kabullerde yazarın özgülüğüyle takdiminden sonra yüzakımız yazara, sorular sorulacak oldu. Daha doğrusu, yıllar yılı onun Fransızcaya çeviri yükünü omuzlayan Altan Gökalp Hoca’nın içine geceyi öylece bitirmek sinmemişti. Hani tombaladan derler ya, öylesinden bir ‘Kürt gerçeği ne ola?’ sorusu geldi. Yaşar Kemal hiç istifini bozmadan “Ben Kürdüm ama o mercekten değil, vicdanımın sesiyle konuşurum. Vicdanın gerektirdiğini yapmak, Kürt sorunun da çözümü olacaktır” diyerek soruya nokta koydu. Dikkat ettim, bu oldum olası Yaşar Kemal’in bir ısrarıydı. Onu son iki yıl Milano, Berlin ve son olarak Paris’te izledim. Böylesi soruları ‘geçiştiriyor’ dersem yanlış olur ama ‘yalnız yaşayan ülkesi’ için yabancılara yakınmaktan uzak durduğunu görüyorum. Yurtta ‘hak edilen barışı’ anlatıyor, yerküreye çıktığında ‘sanatının gücünü şiirleştiriyor’.

Fransa’daki Türk Mevsimi’nde Yaşar Kemal, Doğu Anadolu dağ ve platoları arasında yükselen bir Ağrı Dağı zirvesi gibiydi. G. Mitterand Devlet Kitaplığı’nın içinde yer alıp da ender olarak açılan konferans salonuna giren Yaşar Kemal’i ayakta alkışlayan çoğu Fransız olan dinleyiciler, bu alkışlarıyla; dile, dilin başkaldırısına, dilin yeni bir yaşam mesajı olduğunu yazan ve yayan Türkiye’nin bu büyük dil ustasına selam durdular. Bunda kuşkusuz, Ragıp Duran’ın iki dildeki selim, duru ve akıcı çeviri ve söyleme yetisinin büyük bir payı vardı. Ama sadece o mu? Yaşar Kemal bir ekiple, Duran’ın sözleriyle ‘Yaşar Kemal’i Sevenler Derneği’yle birlikte fethediyor. Bu fethin akıncı beyleri çevirmenler. Fransızca’ya onu ilk kazandıran isimler; Güzin Dino, Tilda Yaşar ve Münevver Andaç geliyor. O da boş durur mu? 10. Bölge’deki sergisinin açılış konuşmasında hakbilirlilikle, ön sırada oturan Güzin Dino’nun gözlerine bakarak “Dinolar ilk günden beri elimi tuttular, sonra ta bugüne dek hiç bırakmadılar” dedi. İnce Memed’i 1961’de Fransızcaya kazandıran ve yaşıyla bir çağı kucaklayan Güzin hanımın mutluluğu görülmeye değerdi.

‘Onu sana ben tanıştırdım’
Fransa’nın ‘efsane’ Kültür Bakanlarından J. Lang’ın yazarlar şöleninde “Ben, Yaşar Kemal’i Mitterand’a tanıştırırken...” diye başlayan cümlesine büyük yazarın oturduğu yerden “Onu sana ben tanıştırdım” diyen âşıklar atışması, keyiflerin bir başkasıydı. Lang, sadece yedi dakika konuştu ama şu armağanı bize vermeyi ihmal etmedi: “O, dünyaya bir armağandır. Bu armağana teşekkür borcumuz var!”

Güneş Karabuda’nın Yaşar Kemal fotoğraf sergisinde bir ‘insan’ olarak Yaşar Kemal’in son kırk yılı görüntülenmişti. Ama ne özenle? Karabuda, ‘Kasım 2009’ rumuzuyla, yazarın sevgili eşi Ayşe Semiha ile birlikte sergiden bir gün önce çektiği fotoğrafın sergide yer almasını sağlamıştı. Lütfi Özgünaydın’ın görüntülediği sergideyse, yazarın beslendiği Çukurova toprakları vardı.

Yaşar Kemal’in bir gizemi var. Paris, bu gizemin bir başka izdüşümü oldu. O, merkezi/yereli/gönüllüyü her yerde birleştiriyor. Konferansı; ‘merkez’ orta noktası Fransız Devlet Kitaplığı’ndaydı. Sergilerinden biri Paris’in gözde ‘yerel’ 10. Bölge Belediyesinde oldu. Diğer sergisi ise Paris Türkiyelisinin uğrak merkezi ‘gönüllü’ Elele’nin salonundaydı. Bu gizemi bir sır değil, onun ‘insan sevgisi’nde saklı. Kucaklaşmadan/ selamlamadan/ gönül almadan ‘dört nala’ geçtiği hiçbir etkinliği yok, Paris de öyleydi...

Del Duca Uluslararası Büyük Ödülünü alanların -bu ödülü Yaşar Kemal 1982’te almıştı, 2008’te Mario Vargas Llosa’ya, bu yıl da Milan Kundera’ya verildi- ağırlandığı Institut de France Konuk Evi’nden devlet başkanlarına has bir biçimde uğurlanan Yaşar Kemal, dil zenginliğinin en büyük ülke değerlerinden biri olduğunu bize bir kez daha anlattı. Paris’te uğurlanmasından az önce, eş-dost çevresiyle yediği yemekte bu ilgiden ‘hoşnut’ olduğu belliydi. Bu işin nedenini kurcalamış olmalı ki şöyle diyordu:”Marksist gerçek , teknoloji evrildiğinde sosyal yapının değiştiğini anlatır. Bunun bir de değişen insan gerçeği var ki benim anlattığım budur ve bu beni Batı okuru nezdinde bugüne dek hep ilginç kıldı.”

Bu arada aslın kılıç gibi çalışan pırıl pırıl zihni “10. Bölge Belediye Başkanına kompliman yaparak güzel gönül aldınız” diyen bir yakınına “Hayır, onun gönlünü almadım, konuşmamda gençlerde iş var dedim!” diyecek kadar da, düşünce tomurcuklarının her zerresinden haberdardı.
Türk Mevsimi 31 Mart 2010’a dek sürecek! Brezilya Mevsimi’yle kıyaslayanlara ‘ikisi kıyaslanmaz’ diyor. Demek ki, merkezi devlet düzeyinde bir istemsizlik söz konusu bile; yerelin öne çıkması, bunun kadar yurtdışındaki Türkiye insanının varlığı, olumsuzluğun üstesinden gelebiliyor. Oysa kimse Fransa’da böylesi bir zengin sergilemenin olabileceğini ummadı. Unuttuğumuz zenginliğin ‘obje’ zenginliğinden çok, yaşayan insanla yaratıldığıydı. Yaşar Kemal, bunda çok iyi bir örnek oluşturdu. Çünkü o Türkiye siyasetinde unutmamaz gereken bir ismin Mehmet Ali Aybar’ın kullandığı benzetme olan ‘omurgasız aydın’ın tam tersi, o, bir omurgalı... 1950’lerden 2000’lere... Hep aynı duruş, hep aynı vurgu, hep aynı çoşku. Üstelik heybesi hep insan dolu.

İnanır mısınız Yaşar Kemal her gün daha da gençleşiyor. Önceleri, doğum yılı 1923 olarak geçerken, şimdi eserlerinde 1926 yılı anılıyor. Sanırım burada bir yaş düzeltimi gayretinden çok, Cumhuriyet yönetimi yenilendikçe, o da gençleşiyor. Emin olun ki, Cumhuriyet 100. yaşına bastığında o da ters orantılı olarak ‘Ben de bir yaşındayım’ diyecek.

Paris, Yaşar Kemal’e bir hafta süren dört etkinlikten sonra veda etti, ama Paris Bir Şenliktir ve Yaşar Kemal rüzgârı devam ediyor: 30 Aralık günü saygın Acte Sud Yayınevi’nin Yaşar Kemal semineri var.
Dünyada ülkelerini temsil eden -umalım, bu sayı daha çoktur- dört büyük yazar biliyorum: Octavia Paz, Pablo Neruda, Andre Malraux ve Yaşar Kemal. İlk üç yazar ‘resmi temsilci’ sıfatıyla, ülkelerinin elçisiydiler. Oysa o, ülkesinin ‘gayri resmi temsilcisi’. Onu diğerlerine göre daha da anlamlı kılan bu özelliği olsa gerek!

Çok yaşa Yaşar Kemal...

Kenan Mortan - Radikal

 

Son Güncelleme: Cumartesi, 26 Haziran 2010 14:27
 
haci_bektas_1.jpg
Zürich Anadolu Aleviliği Kültür Merkezi, Powered by Joomla! and designed by SiteGround web hosting